ADANA MAZLUMDER ÇÖZÜM SÜRECİ RAPORU

 ADANA MAZLUMDER ÇÖZÜM SÜRECİ RAPORU

GİRİŞ

Bu rapor Türkiye’de adı dahi konulamamış, belirli bir bölgemizde silahlı çatışmaların yoğunlaşmasıyla kendini belli eden problemleri ve son dönemlerde çözüm süreci olarak adlandırılan süreci, yaşadığımız Adana özelinde inceleyerek şehre etkilerini,  nedenlerini ve çözüm yollarını ortaya koymayı hedeflemektedir.

Ülkemizin nüfus olarak beşinci büyük kenti olan Adana bu nüfusun istihdamını sağlamakta zorluklar yaşamaktadır. Çarpık kentleşme, bir zamanlar özellikle tekstil alanında büyük fabrikaların 1980’lerden itibaren kapanmasıyla oluşan işsizlik ve 1990’lı yıllarda terör nedeniyle iki arada kalan bölge insanının göçü gibi nedenler şehrimizin önemli sorunlarıdır. Şehrimiz halen var olan imkânlarına rağmen ülke genelinde işsizlikte başı çekmektedir. Eğitim alanında (sınav başarılarına istinaden)ülke ortalamalarının diplerindedir. Adana ayrıca yoğun nüfusu içinde sosyo-ekonomik alanda uçurumların olduğu ve bu yüzden kentin güney-kuzey olarak ikiye bölündüğü bir konumdadır. Güney Adana olarak adlandırılan bölge gettolaşarak sosyal, kültürel ve özellikle eğitim alanlarında çok gerilerde kalmıştır.  Okul başarısını göz önüne aldığımızda güney bölgesi okullarında durum oldukça vahimdir. Buralarda belediye hizmetleri oldukça az ve yetersizdir.

Tüm bu risklerin yanı sıra şehrimizde etnik kimlik farklılıklarının her an düşmanlık boyutuna dönüşebilecek ideolojik ve ırkçı fikri yapılar kol gezmekte, diğerini öteki olarak gören bir zihniyet bulunmaktadır. Bu durum toplumsal çatışma boyutunda olmamasına rağmen, farklılıklar arasında ortak bir ülkü, duygu birliği olmaması ve ortak bir gelecek beklentisinin olmaması düşündürücüdür.

Yaklaşık olarak 10 yıldır iktidarda bulunan mevcut hükümetin atadıkları bürokratlarla yukarıdaki sorunlara çözüm üretememeleri, siyasetçilerin çekişmeleri, ayrıca atananların hizmet üretmekten çok yandaşlık zihniyeti sorunları katlamış durumdadır. Çözüm sürecinde inisiyatif alan iradenin Adana’nın bu şekilde yönetilmesiyle bu bölgede çözüm sürecinden olumlu bir sonuç alması zor görünmektedir. Ama imkânsız da değildir.

Yukarda genel olarak üzerinde durulan problemleri aşağıdaki şekilde sıraladıktan sonra çözüm önerilerimizle beraber açıklanacaktır.  Sorunlar:

1.       Şehrin yerleşimi, göç olgusu ve işsizlik,

2.       Şehir yönetiminden (atanmış ve seçilmiş yöneticilerinden) kaynaklanan sorunlar,

3.       Terör örgütünün faaliyetleri, özellikle çocuk istismarı,

4.       Kimlik ve dil tartışmaları

5.       Sivil toplum örgütlerinin sorunların çözümünde dikkate alınmaması

GÖÇ VE ŞEHİRLEŞME

                Bereketli Çukurova’nın merkezinde yer alan Adana çok eski dönemlerden beri tarihi bir yerleşim yeridir. Avrupa’da sanayileşme denilen dönemin en önemli hammaddesi olan pamuğun Çukurova’da üretimine başlanması 19. Yüzyılın ortalarına dayanır. Sömürgeci ve emperyalist İngiltere Amerikan iç savaşı nedeniyle zora giren sanayisi için alternatif pamuk üretim bölgeleri araması sonucu Çukurova’da pamuk tarımı başlamış ve sonucunda buna dayalı sanayi Türkiye’de ilk defa buralarda kurulmuştur. Adana bu özelliği nedeniyle günümüze kadar sürekli göç almıştır. Bu göç yakın çevre illerinden başlamış, doğu ve güneydoğu bölgesi dâhil ülkenin her yerinden gelenler için Adana iş kapısı olmuştur. Cumhuriyetin ilk döneminden itibaren kırsalda pamuk tarlaları, şehirde de büyük dokuma fabrikaları binlerce insana iş imkânı sağlarken, şehrin ekonomisini de geliştirmiştir. Bu dönemde göç alan şehir gelenleri istihdam edecek, bunların geleceklerini bir şekilde güvence altına alacak ve gelenleri şehir kültürüne entegre edecek durumdaydı.

                Adana tarihinde farklı etnik kökene, mezhebe ve hatta farklı dinlere mensup (Ermeni nüfus azımsanmayacak durumdaydı.) insanların yüzyıllarca beraber yaşadığı huzurlu bir şehirdi. Adana tarihinin bu yönüyle incelenmesi, bu dengelerin nasıl sağlandığı konusu günümüze ışık tutacaktır kuşkusuz. Şehrin geleneksel yerleşimi farklı etnik yapıların uğraşılarına dayalı idi. Nusayri Araplar tarımla uğraşmaları nedeniyle şehrin güney mahallelerinde otururken, merkezi yerlerde ise Türk nüfus ikamet etmekteydi. Yukarda bahsettiğimiz ilk dalga göçlerle gelen Kürtler Arap nüfusun yoğunlukta olduğu bölgelere yerleşmiş ve hiçbir sorun da çıkmamıştır. Bu nüfus şehre entegre olmada zorluk çekmemiş, başta eğitim imkânlarından istifade etmiş, şehir kültürünü benimsemişlerdir. 1990’lı yıllar doğu ve güneydoğuda çatışmaların ve şiddetin yoğunlaştığı, bölge insanının iki ateş altında kaldığı yıllardı. Zorla köylerin boşaltılması, askerin ayrım gözetmeden tüm bölge insanına şiddet, baskı uygulamaları, belki de cumhuriyet tarihinin en büyük göç dalgasını oluşturmuş ve Adana’da bundan nasibini almıştır. Bu yıllarda Adana’ya beş yüz bin insan gelmiştir. O tarihlerden ünümüze kadar ise 1 milyonu bulmuş bir nüfus şehre akın etmiştir. Bu ani göç Adana’yı her yönden etkilemiştir.  1950’lerden 1980’lere kadar süren ilk dalga göçleri ile gelen Kürt vatandaşlarımızla 1990’larda doğu ve güneydoğudan gelmek zorunda kalanların durumunu şu şekilde kıyaslayabiliriz:

1.       İlk dalga göçler bir gaye taşıyordu ve kendi iradeleri belirleyiciydi. İkinci dalga göçler iki ateş altında kalan bölge insanının iradesi dışında hayatta kalmak için adeta bir kaçıştı.

2.       İlk dalga göçlerde gelenler kendilerini istihdam edecek çalışma ortamı bulabilmişlerdi. İkinci dalga ile gelenler, girişte kısaca değindiğimiz şehrin iş imkânlarının daraldığı, şehrin gelirinin azaldığı dönemde gelmelerinden dolayı çok zor durumda kalmışlardır.

3.       İlk dalga ile gelenler çocuklarının eğitimlerini sağlayacak imkânlara sahip iken, yaşam mücadelesi veren ikinci dalga göçmenler için çocuklarının bir an önce iş bulup çalışmaları daha önemliydi.

4.       İlk gelenler barınabilecek bir mesken edinebilmişken, sonradan gelenler ya ilk gelenlerin (akrabası, hemşehrisi) yanına sığınmak zorunda kalmışlar ya da memleketlerinde elden çıkardıkları ile alabildikleri kenarlarda yeni kurulan ve şehrin hiçbir imkânının ulaşmadığı, belediyeciliğin gelişmediği geldikleri yerlerden beter mahallelere yerleşmek zorunda kalmışlardır.

5.       İlk dalga gelenlerin şehrin asayişi ile ve devletle bir sorunları yoktu. Memleketinden zorla çıkartılanların devletle sorunları vardı ve terör örgütü bu kesim üzerinden faaliyetlerini rahatlıkla yürütebilmiştir.

6.       İlk gelenler zaman içerisinde şehrin kuzeye doğru büyümesiyle oluşan yeni Adana ya da Kuzey Adana olarak adlandırılan modern mahallelere girme imkânları bulmuşlarken, sonradan gelenler, şehrin bu bölünmüş yapısının belirginleştiği döneme yetişmiş olmalarından dolayı güneyde gettolaşmış mahallere hapsolmuşlardır. Şehrin bu yapısı belediyelerin rantçı zihniyetle yönetilmelerinin sonucudur.

7.       İlk gelenler şehre eğitim ile entegre olabilecek zamanı bulabilmişlerken,  1990’larda gelenler adeta şehir kültürünü benimsemek istememekte, çocuklarını gönderdikleri okulların başarıları şehrin diğer okullarının gerisinde kalmaktadır.

Yukarılarda bahsettiğimiz şehrin yerleşimi ile ilgili durum (kuzey-güney ayrımı) Adana’da 1980’lerde yapılan belediyecilikle ilgili bir durumdur. 1980’lerde güney bölgesinde yerleşik olan Arap nüfus ve buralara sonradan yerleşen Kürt nüfus ile merkezdeki Türk unsurların hepsinin bir arada yaşadığı bölge olarak Kuzey Adana kurulmuştur. Güney bölgesi ise cazibesini yitirmiştir. Devrin belediye başkanı Kuzeyi yerleşime açarken “Tüm kesimlerin bir arada barış içinde yaşayacağı huzurlu bir bölge inşa ettiğini ve bu bölgenin Türkiye’deki huzuru sağlayacak sihirli bir formül olduğunu” iddia etmişti. Bir anlamda yerleşim ile etnik kökenin ayniyetini ortadan kaldıran bu bölge rantçı belediyecilik anlayışının sonucu olarak, zamanla, emlakların anormal yükselmesiyle huzurun parayla satıldığı yer haline gelmiştir. Güneyin 1990’larda göç dalgasına uğramasıyla da şehirde sosyo-ekonomik bir uçurum oluşmuş, şehir dengesiz bir duruma düşmüştür. Şu an için Adana gelir durumuna göre insanların yerleştiği ve buna bağlı olarak insanlar arasında dikey sınıf farklılıklarının oluştuğu (kuşkusuz Türkiye’nin diğer metropollerinde de buna benzer durumlar yaşanmakta) bir şehre dönüşmüştür.  Bölgeler arası gerilim veya sınıfsal çatışma geleneksel yapımız nedeniyle şimdiye kadar yaşanmamasına rağmen, özellikle güney bölgelerinin ihmal edilmişliği çok belirgindir. Güney bölgesinin belirgin özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:

1.       Şehirleşme belirli bir imar planı çerçevesinde yapılmadığından sokaklar dar, evler genelde bitişik, denetimsiz inşa edildiklerinden dolayı da deprem gibi felaketlerde risk altındadır.

2.       Belediye hizmetleri buralarda yetersizdir. Yatırım daha çok kuzeye yapılmakta, yeni kurulan mahalle ve sokaklara altyapı hizmetleri çok geç gitmektedir. Aslında Adana’da belediyecilik şehrin tamamında 10 yıllardır sorunlu ve halkın ihtiyaçlarına cevap veremez durumdadır. Fakat bu bölgede yapılan ihmal, devlete bakışı sorunlu, yerinden yurdundan zorla koparılmış ve Kürt kimlikleri nedeniyle hor görüldüklerini düşünen insanlarda ciddi kopuşlara, kırılmalara sebebiyet vermektedir. Bu durum aynı zamanda terör örgütüne propaganda fırsatı vermektedir.

3.       Bahsedilen mahallelerin şehrin merkeziyle ve diğer mahallerle irtibatı sağlayan ana arter yolların hem sayısı az, hem de var olanlar belki de 50–60 yıldır genişletme, düzenleme yapılmadığından- sadece gecikmeli olarak asfalt yamalama yapılıyor- mevcut yükü kaldıramayacak durumdadır. Bu anlayış bölgenin rantını düşürerek gettolaştırmış, halk adeta cezalandırılırcasına buralara hapsedilmiştir.

4.       Belediyecilik hizmeti yanı sıra devlet hizmetleri de buralarda yoktur. Örneğin yoğun nüfusun yaşadığı bu bölgeye bir tane devlet hastanesi yapılmamıştır. Bölgenin yoğun nüfusu ve dar gelirli olmalarını düşündüğümüzde bu hizmetten faydalanmak bölge halkı için eziyet haline gelmiştir. Zaten devlet hastanelerine yoğun giden bu bölgenin insanıdır.

5.       Bu bölgede okullaşma yetersizdir. Buralarda açık olan okulların hepsi kapasitelerinin üstünde öğrenci almaların karşın, okulların idareci, öğretmen, hizmetli ihtiyaçları zamanında karşılanamamaktadır. Devlette bu okulları yeterince sahiplenmemiş veya zorluk çekmiştir.

6.       Bölge halkının çocuklarının eğitimle ilgili bir gelecek beklentisi yoktur.  Çocukların okul başarılarının düşük olması yanı sıra aileleri çocuklarının eğitim, kültür ve sosyal etkinliklerine para ayırabilecek bir gelir seviyesinde değillerdir.

7.       Bölge esnafının durumu da iyi değildir. Terör örgütünün kepenk kapama eylemleri bu kesimi çok etkilemiş, zaten kısıtlı sermaye ve birikimlerini tüketmiştir.

8.       Bölge terör örgütünün yanı sıra, suç örgütlerinin de rahat faaliyet gösterdiği bir alandır. Bu durum özellikle gençleri tehdit etmekte, uyuşturucu kullanımı yaygınlaşmaktadır.

9.       Ayrıca bölgede yaşayanlar arasında işsizliğin yaygınlığı en büyük problemdir.

Sayılan olumsuzluklar yılların ihmalinin birikimidir. Buralara yapılacak hizmetin iyi planlanması, bölge insanının refahını yükseltici makro hedeflerin de devreye sokulması gerekmektedir. Özellikle eğitim başarılarının çok düşük olması konusunda acil tedbirlerin alınması gerekir.

İŞSİZLİK

                Adana Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren bereketli Çukurova’nın merkezi olarak, tarımın ve tarıma dayalı sanayinin geliştiği bir yer olması nedeniyle zengin bir şehirdi. Adana ticaret yollarının kesiştiği bir yerdedir. Deniz, hava, demiryolları ulaşımının bulunması ve Ortadoğu’ya yakınlığı ile de stratejik bir konumdadır. Adana sanayi geleneği olan bir şehirdir aynı zamanda. Bundan 500 yıl kadar önce (1450) Adana’da mum üretildiğini biliyoruz. 1908’de Milli Mensucat fabrikası, yine aynı dönemde Türkiye’nin ilk yağ fabrikalarından biri Adana’da kurulmuştu. Adana tarıma dayalı sanayide özellikle dokuma alanında büyük fabrikaların bulunduğu bir kentti. Bu özelliğiyle on binlerce insana istihdam imkânı vermekteydi. Bu büyük işletmeler aracılığıyla kentte ekonomik bir hareketlilik yaşanırken, şehrin gelişmesi de olumlu etkilenirdi. Devlet yatırımları açısından da Adana şanslıydı. İlk büyük baraj, sulama sistemi Adana’da yapılmış, ilk üniversitelerden biri Adana’da kurulmuştur. Türkiye’nin ilk karayolu Adana’da yapılırken, ilk Organize Sanayi Bölgelerinden biri yine Adana’da kurulmuştur.

1980’li yıllarla beraber Adana sanayi alanında, ülkenin yeni genel ekonomik politikalarına ayak uyduramamış, bu yıllar adeta sonun başlangıcı olmuştur. Ülke 24 Ocak kararlarıyla, uluslar arası ekonomik ilişkilerin ülke ekonomisini etkilediği yeni bir döneme girmiş, Türk ekonomisi kendi iç dinamiklerinin belirleyici olduğu değil de, dünyanın belirlediği bir yöne doğru evrilmiştir. Uluslar arası sermaye ülke ekonomisine yön verirken, onların istekleri ile üretilen mallar daha geçer akçe olmuştur. Bu dönemde en çok duyulan işletme tipi Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler  (KOBİ)’dir artık. Devlet teşviklerini bu işletmelere verirken, ithalatın serbestîsi, fazla işgücü istihdam etmenin gereksizliği, ihracata dayalı sanayinin öncelenmesi, emeğe değil teknolojiye dayalı üretime geçiş gibi hususlar Adana’da dev fabrika devrini kapatmıştır. Artık günümüzde bu fabrikaların ya müze olması teklif ediliyor, ya da yerlerine AVM yapılması düşünülüyor.

Yine bu yıllarda büyük işletme sahipleri Adana’yı terk etmiş, buralardan elde ettiği gelirle başka yerlere yatırım yaparken, nedense Adana’ya ilgisiz kalmışlardır. Büyük işletme sahipleri Adana’yı terk ederken, nevzuhur işletmeci pek çıkmamış,  kurulan OSB’deki işletmelerin çoğu da eski büyük işletmelerin küçük bir taklidi olmaktan öte gidememiştir. Bu dönemde pek çok il Adana’yı geçmiş, KOBİ yatırımları Adana’da mevcut nüfusu istihdam edememiş, ama nedense Adana göç almaya devam etmiştir. İşte 1990’lı yıllardaki göç dalgasıyla da Adana büyümemiş, adeta şişmiştir. Bir anlamda Adana’yı nitelikli kesim terk ederken, vasıfsız kitleler doldurmuştur.

Diğer bir husus da Adana ekonomisine yön veren tarımın geriye gidişidir. Girdi ücretlerinin aşırı yükselmesi nedeniyle tarımla uğraşan nüfus eski parlak günlerinden uzaklaşmış, fakirleşmiştir.

Yukarda anlatılan süreçle 90’lı yıllardaki göç dalgası birleşince Adana işsizlik ve gelir dağılımı bakımından zor bir döneme girmiştir. Adana Türkiye’de yaşanabilirlik açısından en kötü iller arasındadır. İşsizlikte Türkiye birincisidir. Gelir dağılımında dengesizlikler vardır. En kötüsü de mevcut nüfusunu eğitememekte, eğitim sıralamasında da Türkiye ortalamalarının sonundadır. Mevcut nüfusunu nitelikli bir eğitimden geçiremediği için, ileriki yıllarda da bu vahim durum (nitelikli insan sıkıntısı) pek değişeceğe benzememektedir.

                Genel olarak güney bölgesi olarak adlandırdığımız ve yukarda tasvir etmeye çalıştığımız bu bölgenin insanı, kendi geleceklerini garanti altına alacak bir işten yoksun, mevsimlik hatta günübirlik işlerde çalışarak yaşam mücadelesi vermektedirler. Yapabildikleri ve çalışabildikleri işlerde daha çok vücutlarını veya kaba güçlerini kullanmaktadırlar. Bu yüzden inşaat, tarım, seyyar satıcılık vb. vasıf gerekmeyen işlerde çalışabilmekte, erken yaşlarda da sağlık sorunlarıyla karşılaşmaktadırlar. Bu kesimin yaptığı işler genelde sigortasız, yoğun mesaili, sendikasız, iş güvenliği olmayan ve düşük ücretli işlerdir. Yine buralarda yaygın olan bir çalışma şekli de aile boyu kadın ve çocukların tarla ve bahçelerde çalışmasıdır. Günlük yevmiye usulü yapılan çalışma çocukların okul hayatını etkilemektedir. Çocuk işçiliği sadece tarımda değil, şehirde de oldukça yaygındır. Zorunlu eğitim kapsamında olan çocuklar gerek okul dışı zamanlarda, gerekse okul zamanlarında çalışmakta, bu çocukların okul devamsızlıkları had safhaya çıkabilmektedir. Herhangi bir işletmede çalışma imkânı bulanlar ise çoğunlukla asgari ücretle çalışabilmekte, örgütlü bir yapıları olmadığı için de genelde işverenlerin belirlediği ücretlerin ve şartların dışında çalışma imkânı bulamamaktadırlar. Sendikaların etkin olduğu geçmiş dönemlere göre bu durum mevcut yasalardaki işçi lehine yapılan tüm düzenlemelere rağmen çalışanlar için bir geriye gidiş sayılmalıdır.

  Şehrin işsizlik sorunu bugünden yarına çözülecek bir mesele değildir. Adana’nın mevcut siyasetçi, meslek odaları, bürokratlarının öncelikli olarak mevcut durumun vahametini idrak etmeleri gerekmektedir. Üniversitenin olaya dâhil olması, durumun fotoğrafını çekmesi şarttır. Merkezi idarenin de Adana’ya özel ilgi göstermesi makul öneri ve projeler bulması gerekmektedir.

İDARİ SORUNLAR

Adana tüm nüfusu açısından yaşanabilir bir kent haline gelmesi için öncelikli olarak iyi yönetilmesi, sorunları bilen idarecilerin görev yapması gerekmektedir. Mevcut bürokrasisi sorunlardan bile bihaberdir. Adana’da üst düzey bürokratların bu durumda olmalarının sebebi şehrin yabancısı olmaları, bu makamlara şehir dışından gelmeleri ve bulundukları mevkie bakarak kendilerini yeterli görmeleridir. Kuşkusuz bu tutum ahlaki bir zaaftır. Bu zatlara, Makamların kişileri yüceltmediğini, yapılan doğru işlerin kendilerini ön plana çıkaracağını sık sık hatırlatmak gerekiyor.  Liyakate dayalı değil de yandaşlığa dayalı bu atama sistemi ile doğru yöneticilerin bulunamayacağı da aşikârdır.

Öncelikli olarak eğitim bürokrasisi, şehrin güney mahalle okullarını adeta kaderine terk etmiştir. Bu idareciler terör örgütünün sahaya sürdüğü, yol kesen, polisle çatışan, taş atan, biber gazı yiyen ve bu halleriyle ulusal gündemi aşıp, uluslar arası haber ajanslarına konu olan çocukların kendi öğrencileri olduğunu fark edememişlerdir maalesef. Bu çocuklarla emniyet ilgilenmeye çalışırken, yerel veya ulusal bir tez, araştırma, projenin geliştirilmesi hiç gündeme gelmemiştir. Bu çocukların okuduğu okulların ihtiyaçlarının karşılanması konusunda bile yetersiz kalmıştır eğitim bürokrasisi. Okulların idareci, öğretmen, hizmetli, araç-gereç vb. ihtiyaçları zamanında karşılanmamıştır.  Bu bölge okullarında eğitim zaten zor şartlarda yapılmaktadır. Okullaşma yetersizdir. Sınıflarda öğrenci sayıları ortalamaların üstünde, buna karşın öğretmen kadrosu ise sürekli olarak eksiktir. Milli Eğitim Müdürlüğü buralara ya sürgün ya da tecrübesiz öğretmenleri atarken, açıklarını da ücretli öğretmenlerle gidermektedir. Öğretmen sirkülasyonu nedeniyle öğretmen, öğrenci ve veli arasında olumlu bir iletişim sağlanamamaktadır. Buralarda çalışanların her alanda ciddi desteklenmesi, rehberlik hizmetlerinin doğru yapılması gerekmektedir.

“Taş atan çocuklar” meselesi ile ilgili Emniyet Müdürlüğünün ve Valiliğin yaptığı çalışmalar bulunmaktadır. Emniyet Müdürlüğü geliştirdiği projelerle risk bölgesi olarak adlandırılan bahsedilegelen mahallelerdeki çocuklara yakınlaşmaya çalışmaktadır. Bu da tiyatro, sinema izletme, gezi yaptırma ya da sanatsal ve sportif kurslar açmak gibi sosyal faaliyetlerdir. İyi niyetli yapılan bu çalışmaların pedagojik boyutunun olmaması en büyük handikaptır. Yapılan çalışmalar taş atmayan çocuğa ödül kabilinden olmakta, eğitiminin bir süreç işi olduğu, bilimsel yöntemler kullanılarak, eğitim ve çocuk psikolojisi iyi etüt edilerek yapılması gerektiği dikkate alınmamaktadır.  Bu faaliyetler doğru eğitimin bir aracı olarak, okullara verilen imkânlarla yapılması gerekirken, gerek emniyet, gerek valilik bölge okullarını sadece payanda olarak kullanmaktadır. Yapılan eğitimin niteliğinden çok sayısal veriler öne çıkmakta, nedense bol bol fotoğraf çekilmektedir. Valiliğin değişik adlarla yaptığı (Çiçek toplayan eller, Sevgiye uzanan eller) projeler için de aynı eleştiriler yapılabilir. Yapılan çalışmalar onca emeğe karşın günü kurtarmadan öte bir anlam ifade etmemektedir. Proje adlarındaki hümanist ifadelerin çocuk ruhunda yansımaları hiç düşünülmemekte, çocukların ellerinde taş olmaması için yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu bölge çocuklarının diğer bölge çocuklarından dezavantajlı olduğu varsayımıyla, sadece eğlence, sportif, sosyal yanı olan faaliyetlere yoğunlaşılmaktadır. Bu çocuklarla yapılan faaliyetlerde hedeflenen şeyin neliği konusunda bir problem vardır. Doğru bir eğitimle çocuklarda müspet davranışların ortaya çıkması isteniyorsa, bu tip faaliyetler sadece eğitim sürecinin aracı olabilir. Burada araçlarla amaçlar birbirine karışmış gözükmektedir. Tekrar etmek gerekirse eğitimin yapılması gerektiği yer okuldur. Fakat bu tip projeleri yürütenler okullara sadece talimat vermekte, okul personelinden fedakârlık istemekte, Milli Eğitim Müdürlüklerinden de hiçbir ses çıkmamaktadır.

Yukarda defalarca söylendiği gibi güney bölgesi okullarında eğitim oldukça sorunludur. Okulları dolduran çocukların maalesef şehrin diğer mahallelerindeki çocuklarla yarışabilecek halleri yoktur. Sınav başarıları çok düşük, ilköğretimden Anadolu lisesine geçiş çok çok az, üniversitelere yerleşme daha azdır. Bu durum kuşkusuz eğitim sisteminin sınavcı yapısından ve dayandığı felsefeden kaynaklanmaktadır. Sınavcı eğitim sosyo-ekonomik durumu iyi olanların çocuklarını ön sıralara yerleştirmekte, pahalı dershanelere devam edenler öne çıkmaktadır. Hâlbuki güneyde yaşayanlar için eğitime para ayırma öncelikleri arasında değildir. Veliler çocuklarının okumasını çok istemekte, fakat bunu sadece okullardan beklemektedirler. Milli Eğitim Bakanlığı son yıllarda  “Öğrenci merkezli eğitim” sistemi olarak adlandırılan yeni bir eğitim felsefesini öğretmenlerden uygulamasını istemektedir. Bu sistemde öğrencinin hazır bulunmuşluk denilen durumu önemlidir. Sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel düzeyleri düşük vatandaşların çocuklarının bu sistemde başarılı olmaları zordur. Bu sistem aynı zamanda öğrencinin hazırlayacağı projelere ve göstereceği performansa göre ölçme yapmayı hedeflemektedir. Bu sistem geliri yüksek, kültürel yönden gelişmiş vatandaşların çocuklarını ön plana çıkarmakta, diğer öğrencileri bu etkinliklere katmada öğretmenler zorluk çekmektedir. Yapılandırmacı denilen bu yöntem, sadece okulda kütüphane, kitap, bilgisayar, harita gören, bulunduğu mahalle dışında yaşadığı şehrin bir yerini görmemiş, ailesinin okul araç-gereçlerini bile temin etmede zorluk çektiği,  anne-babasının okuma-yazma bilmediği ve hatta Türkçe konuşamadığı çocuklarda hiç bir fayda sağlamamaktadır. Eğitim sistemimiz yerel durumları göz önüne alacak bir yapıda olmadığı gibi oldukça merkeziyetçidir. Bakanlık Ülkenin her yerinde aynı müfredatı uygulama ve aynı yöntemleri kullanmalarını öğretmenlerden istemektedir. Buralarda tam öğrenmenin neden gerçekleşmediğini sorgulamadan önce bölgenin yapısını dikkate almak gerekmektedir. Şehrimizde bulunan üniversitenin Eğitim Fakültesi’nin devreye girmesi, doğru yöntemlerin bulunması gerekmektedir. 

Adana’nın 2 milyondan fazla nüfusu bulunmakta, yeşil kartlı sayısı ise 500 bine yaklaşmaktadır. Yeşil kartlıların nüfusa oranı yüzde 15’i geçmiştir. Bu oranlarda Adana’da işsizliğin yaygınlığını bir başka açıdan göz önüne getirmektedir. Kaymakamlık bünyesinde faaliyet gösteren Sosyal Yardım Vakıflarının başvuru yoğunluğu da fakirliğin göstergesidir. Yine şartlı nakit yardımına başvuru oldukça fazladır. Tüm bunlar halkın fakirliklerinin had safhaya vardığı ve devlet dışında çalacak kapılarının kalmadığını da anlatmaktadır. Özünde onurlu olan halkımızın buna benzer taleplerinin bir an önce karşılanması ve devletin bu insanlara ulaşabilmesi gerekir. Bu sosyal devlet anlayışını da gereğidir. Bu işlerle ilgilenen devlet yetkililerin sorunları hemen çözücü, halkı incitmeden, Kürt kimlikleri nedeniyle potansiyel suçlu görmeden yaklaşımları önemlidir. Devletin yukarda saydığımız ve geliri az vatandaşlar için sunduğu hizmetlerden faydalanmak isteyenlerin taleplerine hızlı cevap vermesi, incelemelerin doğru ve yerinde yapılması, gerekirse okullardan faydalanması gerekir. Yapılan yardımların toplumda adalet duygusu incitilmeden, gelemeyenlere de devletin gitmesini sağlayacak şekilde yapılması sağlanmalıdır.

Belediyelerin bu bölgelerde yaptığı sosyal içerikli faaliyetleri bulunmakla beraber, bu faaliyetlerin sayı ve niteliklerinin artması gerekir. Kurslar açma şeklinde olan bu faaliyetler meslek edindirme amaçlı ve genelde bayanları kişisel ve mesleki alanda geliştirmek amacıyla yapılmaktadır. Belediyelerin değişik adlarla açtığı bu kurslara (Seyhan Belediyesi SEYMER, Yüreğir Belediyesi ………. Gibi) halkımız tarafından rağbet edilmekte ve yararlı olmaktadır. Fakat faaliyetlerin Milli Eğitim Müdürlükleri ile ortaklaşa yapılması ve verilen belgelerin Milli Eğitimce onaylı olmaları, erkeklere yönelik yapılan kurslarda daha da önem kazanmaktadır. Meslek edindirme gayesi yanında iş bulma konusunda İŞKUR gibi kurumlarla da belediyelerin ortaklaşa çalışması ve beraber projeler geliştirmesi gerekir. Buna benzer ortak projelerle kurumlar bir araya gelse daha verimli çalışmalar ortaya çıkabilir. Örneğin İŞKUR’un önereceği, ihtiyaç olan alanlarda kurslar açılabilir. Belediyelerin Meslek edindirme ile ilgili faaliyetleri sadece bayanlar faaliyeti olmaktan çıkarıp, evin geçiminde asıl rol alan erkeklere yönelik olarak arttırılması gerekir.

Belediyelerin belirli bir camia ile ortaklaşa düzenlediği ve yine bu bölgenin öğrencilerine yönelik hazırladığı kurslarda sosyal içerikli çalışmalarıdır. Dershane programının uygulandığı bu faaliyetler öğrencilere dönük, sınavlara hazırlık amacıyla beraber, sosyal içerikli gezi, sinema vs. gibi faaliyetleri de kapsamaktadır. Kuşkusuz bu bölgede olup ta dershaneye gidemeyen öğrenciler açısından faydalı olan bu kursların, pedagojik boyutu ve rehberlik hizmetleri açısından eksiklikleri bulunmaktadır. Kurslarda eğitmen kadrosu önemlidir. Bu kurslarda genelde deneyimi az olan öğretmenler görev almaktadır. Belediyelerin finanse ettiği bu ve meslek edindirme gibi kursların niçin Milli Eğitim Müdürlüklerince beraber yapılamadığı anlaşılamamaktadır. Milli Eğitim imkânları içinde öğrencilere dönük kurslar hafta sonu okullarda, Meslek edindirme kursları Halk Eğitim Merkezleri ve Meslek Liselerinde, daha deneyimli Milli Eğitim kadrosundaki öğretmenler tarafından yapılabilir. Kamu kaynakları kullanılarak yapılan bu faaliyetleri saydığımız çatılar altında yapılması için başvurulduğunda ödenek olmadığı söylenmekte, fakat bir başka kamu kurumu olan belediye belirli camiaların yaptığı eğitim yanı tartışmalı olan bu kursları finanse edebilmektedir.

TERÖR ÖRGÜTÜNÜN FAALİYETLERİ VE ÇOCUK İSTİSMARI

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Kürt kimliğinin resmi ideoloji tarafından yok sayılması ve bu kesime yönelik ayrımcı ve asimilasyona dayalı politikalar sonucunda, bir hak iddiası ve silahlı mücadele biçimiyle ortaya çıkan örgüt 30-35 yıldır ülkemizde büyük acılara sebebiyet vermiştir. Bağımsız bir devlet kurmaktan, Kürt kimliğinin anayasal olarak tanınmasına kadar dönemden döneme değişen talepleri şiddet kullanarak gerçekleştirmek isteyen örgüt, tabanını büyükşehirlerden de sağlamakta, Adana bu yapısıyla da uygun fırsatlar vermektedir. Şüphesiz örgüte katılım şiddet sarmalıyla alakalıdır. Dağda yaşamın zorluklarına, dağda bir militanın hayatta kalma yaşının 20-23’e kadar düşmesine rağmen örgüte katılımın artarak devam etmesinde bu şiddet politikalarının etkisi çoktur. Dağdan gelen her ölüm haberi şehirden örgüte katılımı artırmakta, nerdeyse bu iş kan davasına dönüşmüş haldedir. Şiddetin durması önemli bir fırsattır. Ölümlerin olmaması kalanlara da şüphesiz sorumluluk yüklemekte, bu fırsatın heba olmaması için çaba gösterilmesi gerekmekte, en fazla sorumluluk da yetkililere düşmektedir. Bununla beraber yaşadığımız kentte yukarda saydığımız ve özelliklerini anlattığımız mahallelerde çocuk ve gençler arasında barış içinde beraber yaşamı sağlayacak bir anlayışın yaygınlaştırılması gerekir. Bu bilinç oluşmasında daha önce bu kesimleri örgütleyerek polise karşı kışkırtanlara da görev düşmektedir.

Barış ve demokrasi kelimelerini dilinden düşürmeyenlerin, çocukları kışkırtarak polisin önüne çıkartmaları sonucu neye sebebiyet verdiklerini anlamaları gerekmektedir. Bu gençler ve çocuklarda nihilist tavırlar görülmekte, geleneksel Kürt insanının ataya, büyüğe saygı, yabancıya yardım, paylaşma, inanç eksenli kardeşlik gibi birçok meziyetleri yok edilmektedir. Bu tutumlar kuşkusuz örgütün ve Kürt kimliğinin tanınması için siyasal faaliyet içinde bulunanların hümanist söylemleriyle de çelişki içindedir. Özgürlük iddiasında bulunan örgütün, çocuklar üzerindeki faaliyetleri normal görülmekte, bu çocukların örgüt için kendilerini neredeyse feda edecek şekilde davranmaları örgütü kültleştirmektedir. Kendi varlığını örgüt için feda etme anlayışının kutsanması siyasilerin dillerinden düşürmedikleri demokrasi, özgürlük gibi hümanist söylemlerle çeliştiği de hiç göz önüne getirilmemektedir. Zaten güç şartlarda yaşam mücadelesi veren bölge insanı, çocuklarının eylemlere katılmasını istememekte, fakat aciz kalmaktadırlar. Örgütün çocuklardan elini çekmesi, bu çocukların daha iyi şartlarda yaşaması için bir mücadele içine girmesi, dağı adres olmaktan çıkarıp, eğitimli bir neslin yetişmesi için teşvik ve faaliyetlerde bulunması gerekmektedir. Şimdiye kadar Adana’da bahsedilen mahallerin gayrı insani yaşam koşulları örgütün işini kolaylaştırmıştı. Çözüm sürecinde bu bölgenin yaşanabilir bir yer haline getirilmesi, eğitim sorunlarının çözülmesi, yeni yapılacak yollarla güney bölgesinin Adana ile bütünleşmesi gibi projelerle beraber örgütün de çocukları sahadan çekmesiyle bir değişim umudu bulunmaktadır. Tekrar edersek, şimdiye kadar Siyasal mücadeleyi yürütenlere, bu çocukları eğitim alanında teşvik edip, kültürel bir bilinç oluşturmalarını sağlayıp, sokaklardan, internet cafelerden gençliği kurtarmaları için sorumluluklar düşmektedir. Çocukları sokağa, polisin önüne çıkartmaktan daha zor olan bilinç eksenli bu çaba olmazsa kimlik üzerinden yapılan bunca yıllık çabaları da heba olup gidecektir.

KİMLİK ve DİL

Kürt kimliğiyle politika yapanlar Kürtlük etrafında bir bilinç oluşturmak istiyorsa Kürt insanının geleneksel yönlerini ön plana çıkarması, sadece dil üzerinden bir mücadele yapmaması değerleri de hatırlaması gerekmektedir. Kürt kimliği etrafında geleneksel ve inanca dayalı değerleri yok sayıp, Kürtçenin bu değerlerin sayesinde oluşmuş bir dil olduğunu anlamadan, seküler ideolojilerle ve buna uygun geliştirilen yapay bir Kürtçe ile aslında kendileriyle de çeliştiklerini anlamaları gerekmektedir. İdeolojik, Kürt halkının üretmediği kavramlarla, inanca sorgulayıcı ve hatta pragmatik yaklaşarak otoriteye karşı şiddete dayalı tutumlar çocuklara ve gençlere çekici gelse de, meseleyi Kürt kimliği üzerinden ortaya koymak ancak inanç temelli bir yaklaşımla olur. Çünkü Kürt halkı dindardır. Kürt veya herhangi bir dilin günümüze kadar bu topraklar üzerinde yaşaması dinimizin sayesindedir. Ayrıca yüzyıllardır Kürtçe medreselerin eğitim dilidir. Yazılı olarak geçmişi, dinin anlaşılması ve yaygınlaştırılması çabalarının sonucudur. Hal böyleyken Kürtçe üzerinde modern bir çaba olacaksa dilin anlatılan mazisi hesaba katılmadan olmaz. Aksi takdirde 90 yıl önceki Türkçeye yapılanların benzeri bir kültür katliamı olur. Yeni oluşan barış ikliminde Kürtçenin hak ettiği yeri almasında bu yaklaşımların önemi vardır.

Günümüzde insani derinliği olmayan siyasetlerin yerini ideolojik ve ırkçı yaklaşımlar alınca, gerilim artıyor. Farklı dillerin, hiçbir şekilde kısıtlanmaksızın birlikte kullanımı, etnik-dilsel topluluklar arasındaki gerilimi önler. Tahakküm edici, sadece bir kesimi öne çıkaran ırkçı anlayış nedeniyle Kürtçe üzerinde darbe dönemlerinde daha belirgin olan yasakların izahı olamaz. Bir dili kullanmaya getirilen yasağa direnme, etnik homojenleştirmeye karşı kimliklerine sahip çıkma onurlu tavırlardır. Bu tekbiçimlilik politikaları ırkçı karşılıkların çıkmasına da sebebiyet verebilmektedir. Etnik köken, mezhep, kabile farklılıkların bir çatışma, rekabet konusu olması, kışkırtılması utanç verici durumdur. Farklılıkların çatışma konusu olmadığı bir anlayışa muhtacız kuşkusuz. Yeni çatışmasızlık ortamında hiçbir korkuya ve endişeye kapılmadan dil ve kimlik tartışmalarını yapıp, bir sonuca varmamız gerekmektedir. Bu konuda devletin dayatma yapmaması, Kürt tarafının da ezbere söylemlerin ötesine geçip, ana dilde eğitim dâhil, her alanda bu dilin kullanımın nasıl sağlanacağına dair somut öneriler getirmesi bir neticeye varma adına yararlı olacaktır. Fakat önerilerin yaşadığımız toprakların gerçeklerine, mazisine, değerlerine uygun olması gerekirken, başka ülkelerin kendi tarih, anlayış ve ideolojilerine uygun sistemleri taklit etme şeklinde olmamalıdır.

2012-2013 eğitim-öğretim yılında MEB’nın uygulamaya başladığı Seçmeli dersler arasına konan Kürtçe ve Zazaca gibi Yaşayan Diller derslerine bölgemizde de halk pek rağbet etmemiştir. Bu durumu, derslerin yeterince tanıtılmaması, bu kesimlerde halkın eğitime genel olarak ilgisizliğiyle izah etmek yeterli değildir. Halktan yoğun talebin gelmesi durumunda öğretmen ihtiyacının nasıl karşılanacağı da muhaldir. Tespit ettiğimiz sadece bir okuldan Milli Eğitim Müdürlüğüne öğretmen talebinde bulunulmuş, o da karşılanamamıştır. Milli Eğitim Bakanlığı ana dilde eğitim taleplerine bu sene uygulamaya koyduğu seçmeli ders sistemiyle cevap vermeden öte bir niyeti olmadığı gibi, buna hazırlıklı da görünmemektedir. Bu konuda talepte bulunanların da halkın seçmeli derslere bile ilginin olmaması hakkında düşünmeleri gerekir. Bu kesimin ülke bütünlüğünde, birlikte yaşam ve ortak idealler çerçevesinde tüm kesimlerin eşit şartlarda yarışabileceği ve eğitim kalitesini de gözeterek bir sistem önermeleri gerekir. Önerilen bu sistemle dünyada söz sahibi olacak nesiller yetiştirebilmemiz de mümkün olmalıdır aynı zamanda.

Mazimiz birlikte yaşamın nasıl olacağına dair pratiklerle doludur. Çukurova tarih boyunca Kürt aşiretlerinin de yerleşimi olmuş, göçler dolayısıyla gelenlerle, Türkler arasında Adana tarihinde etnik kökene dair en ufak çatışma olmamıştır. Türk ve Kürt unsurlar bu bölgede kız alıp vermiş, adeta etle tırnak haline gelmiştir. Ulus devlet anlayışının tahakküm edici yapısı gereği ortaya çıkan Kürt sorununda, geçmişte İslam medeniyetine ait olmadan kaynaklanan insanların birbirlerine aidiyet duymaları, süreci de kolaylaştıracaktır. Müslümanlık ortak paydası otuz yıl süren kanlı mücadelede bir iç savaş çıkmasını engellemiştir. Çünkü Kürtlerle Türkler arasında bir kavga yoktur. Var olan kavga her iki etnisite adına sürdürülen silahlı çatışmanın örgütsel taraftarları arasındadır.

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNDE DİKKATE ALINMAMASI

Sivil toplum örgütlenmelerinin son yıllarda artması AB, bakanlıklar, kalkınma ajansları ve Valilikler tarafından verilen proje destekleri, yerinde ve amacına uygun kullanılmamakta, yandaş ve suni dernekler üzerinden yapılan projelere kaynaklar aktarılmaktadır. Hemşeri dernekleri veya belli amaçlar için kurulan STK’lar yeterince bilgilendirilmediklerinden veya yeterince yönlendirilmediklerinden proje üretme ve uygulama konusunda zayıf kalmışlardır. Bu STK’lar kendi yağları ile kavrulmakta üyelerinden topladıklarıyla zor şartlarda faaliyet göstermektedirler.

Devletin darbe dönemleri ve 28 Şubat gibi baskı dönemlerinde devletten uzaklaşmış ve güven duygularını yitirmiş olan STK’larla diyalog kurulup güven tazelemesi yapması gerekmektedir..

Yukarıda saydığımız eğitim, meslek edindirme kursları, sosyal ve hobi içerikli kurslar hemşeri dernekleri aracılığı ile en ücra yerlere ulaştırılabilir, böylece amacına uygun sonuçlar alınabilir. Dernekler il müdürlükleri yapacakları denetim, rehberlik ve yönlendirme çalışmaları ile bu derneklerin verimli bir şekilde çalışmalarını sağlayabilir.

Tüm bunlara rağmen Adana’da yoğun olarak yardım faaliyetleri yapan başta ADYAR (Adana Yardımlaşma Derneği), Dosteller Yardımlaşma Derneği gibi derneklerden bahsetmek gerekir. Bu dernekler periyodik yardımlar, geleneksel hale getirdikleri etkinlikleriyle yardıma muhtaç olanlara ulaşmakta, sadece ayni-nakdi yardım ötesinde sosyal alanlarda da bu kesime dönük ciddi projelere imza atmaktadırlar. Devletin yükünü azaltan bu tip yardımlar, kardeşlik ve dayanışmayı da sağladığından, yaygınlaşması gerekmektedir.

SODES projelerinde proje kabul kriterleri net ve anlaşılır olmadığından valilik makamındaki bürokratların inisiyatifine bırakılmıştır.

Bir diğer konu meslek kuruluşlarının soruna duyarsızlığı, ilgisizliği ve öneri, proje geliştirmemeleridir. Son 20-30 yıldır Adana Barosu, Tabib Odası, Adana Sanayi Odası, Adana Ticaret Odası, Mimarlar ve Makine Mühendisleri Odası, Esnaf Odaları gibi meslek kuruluşları var olan imkânlarına rağmen ellerini taşın altına koymamakta, çözüm üretmemektedirler. İdeolojik bakış açıları bu konuya geniş bakmalarına en büyük engeldir. Bu meslek kuruluşlarının genelde bir ideolojik fikri yapı çerçevesinde yapılanmalarının yerine, geniş katılımlı bir yönetim sistemine geçmeleri belki fayda sağlayabilir.

 

 

SONUÇ

Adana yukarda saydığımız tüm olumsuzluklara rağmen sorunlarını çözecek potansiyele sahip bir kenttir. Çözüm sürecinde şehrimizin özellikle imar konusunda yapılacak düzenlemeler ve kentsel dönüşüm projeleriyle Adana’nın her bölgesinin rantı yükselecek ve güney bölgesine ilgi artacaktır.

İşsizlik konusuna bugünden yarına çözüm bulmak zor olsa da, merkezi iradenin teşvikleri gerekebilir. Bu konuda Adana’da girişimcilerin günümüz dünyasını iyi izleyerek yapacakları projelerin etkisi olacaktır. 2000 yılından beri Adana kayda değer göç almamasına rağmen, şehrin imkânları kullanılmamakta, göçün içselleştirilmesi, nüfusun rehabilitasyonu gerçekleşmemektedir.

Taş atan çocukların, bu davranışlarda bulunmalarının bir sebebi kaale alınma istekleridir. Okulda başarısız, çalışma hayatında itilip kakılan, ailelerin sevgilerini gösteremediği bu çocuklar yol kestiği zaman belki ilk defa ciddiye alınmış oluyorlar. Meseleye bir de bu açıdan bakmak, psikolojik boyutuyla rehberlik yapmak gerekebilir.

Şüphesiz çözüm sürecinde devletin geniş kesimlerin beklentisini karşılayacak ciddi adımlar atması gerekiyor. Bu beklentilerin içinde anayasal konular da bulunmakta, özellikle eğitim dili konusu öne çıkmaktadır. Bu konulara büyük devlet ciddiyetiyle, tarihimizi ve medeniyetimizi referans alarak ve dinimizin emrettiği evrensel ilkeler ışığında yaklaşıldığında herkesimi memnun edecek çözümler bulunacaktır. Yeter ki dışarıdan ithal, kendimizin çizmediği, bir yerlerde yazılmış, dayatılan projelere tevessül etmeyelim. Kendi insanımız bir arada yaşamayı nasıl yüzyıllardır başardıysa, bundan sonra da başaracaktır. Yapay, insani derinlikten yoksun ideolojiler değişik adlarla milletimizi yeterince oyalamıştır. Özgürlük ortamını kullanarak gençleri ifsat eden, karşı görüşleri düşman ilan eden anlayışlara karşı durabilecek iradeyi milletimiz gösterecektir. 

YAYIN BİLGİLERİKategori Adı Yurt İçi RaporlarTarih 2014-08-24
Şube ve Temsilcilerimiz
adana
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği -
Adres: Çınarlı Mah. 61003 Sk. No: 3 K:4 D:7 Seyhan / ADANA
E-posta: mazlumderadana[a]outlook.com | Telefon: | Faks:

Ziyaretçi Sayımız : 4632071